Evlilik, eşler arasındaki ideal ve meşru bir bağdır.
İnsan ve nevine bağlı diğer sosyal kurumlar onunla korunur.
İzdivaçla ilgili islâmi kanunlar evliliğin her halükardaki
sosyal tavırlarını her yönüyle kuşatır. İdeal ve vakalara
bağlı izdivac’ın hükümleri ancak, İslâmî kanunlarla
kaimdir. Genellikle islâma, özellikle müslümanlar arasındaki
İslâmî evliliğe karşı olan kimselerin kavrayamadıkları
önemli nokta: İslâmın birden fazla evlilik düsturudur.
Oysa, İslâmi evliliğin en yüksek değerleri arasından
birisi de birden fazla evlenebilme serbestisini getiren hükümler
ihtiva etmesidir.
Fakat birden fazla evliliği sadece İslâm tanımış, değildir.
İslâm böyle bir evliliği ne herkese dîni bir görev
kılmış, ne de her insan için ideal bir kurum olduğu nu
bildirmiştir. Ancak, birden fazla evliliğin yükümlediği teklifler
ve hanımlar arasında eşitliğe riayet etmek kaidesiyle
müsade etmiştir. Ne varki bir takım beşeri kanunlar
yasak ve serbesti kavramlarını tam ve yeterli olarak, bütün
görüntüleriyle izah edemediği gibi, özellikle evlilik gibi
rûhî bir meselede maarruz kaldığı proplemlere gerçek
bir çözüm yolu getirebilmiştir. Sadece yasaklık veya serbesti
açısından sağlam hükümler gerektiren ihtimaller
karşısında, susmuştur.
Birden fazla evliliğe taallûk eden konumuz : bu evIılık vacip mi, değil mi? Veya ideal ilişkiler mi, yoksa ahlak
ve güzel kavramlarına karşıt bağıntılar mı? demek isli
iniyoruz. Çünkü kemal sıfatının tâhakkuk edebileceği
yüksek idealler, kanunlarla hazırlanamaz. Ancak insanın
kendi iradesi ve tercihi sayesinde kabil olabilir. Doğmsu,
kanunlardaki tekliflere bazı kimseler karşı olduğu
hâlde zorunlu olarak uymak mecburiyetinde kalır. Bazen
da, hoşa giden bir çok şeyler ortam ve şartlara göre ihmal
edilebilir. Zaten, insan iradesine zıt olduğu hâlde, zomnlu
olarak kabul edilen, isteklerle bağdaştığı anda hemen
elde edilemeyen nice sosyal tavırlar vardır ki; kanunların
ölçüsünden çıkarmak mümkün değildir. Bazı hâllerde,
kanunların ihtiyaca göre hükmünü koyması için, gerekli
ana ilkeler ihtiva etmesi zorunludur.
İslâm’da birden fazla evliliğe müsâde eden emirler;
bu evlilik, erkeklere ait dinî bir görev olduğu için konmuş
değildir. Ancak, evliliğin değişen şartları ve bazı
hallerde zarurî olan ihtimalerin tezahür etmesi hâlinde,
iradeye en yakın uygulamayı sağlamak için ideal hükümlerdir.
Bu uygulama için binlerce olay arasından ikinci bir
evliliğin zorunluluğunu gerektiren her hangi bir ihtimâlin
ortaya çıkması, önemli bir sebeptir. Şeriat, hiç bir zaman
açık hükümlerden uzak kalmadığı gibi, insanlık var olduğu
müdetce binlerce ihtimâlleri de zamanında cevaplandırmaktadır.
Önce şunu belirtelim ki; insanlık böyle durumlara
maruz kalmamıştır. Bundan sonra da karşılaşmaz
demek; sadece realiteyi inkâr etmekten başka bir
şey değildir. Evlilik hayatında görülen binlerce olaylardan
birisi bile, birden fazla evliliğin tanınması için önemli bir
faktör olduğu gibi, çözüm yollarının fazilete en yakın olduğunu
da gösterir. Bu şeklin dışında kalan çalışmalar;
eşier arasındaki ilişkileri ifsat etmekle beraber, evliliğin
gayelerine de ters düşebilir.
Zaman zaman kadınların adale hastalığına tutulması
kabildir. Böyle durumlar, hanımları evliliğin yükümlendiği
teklifler karşısında acze sevkeder ve özellikle annelik
görevlerini yerine getirme imkânları ortadan kalkabilir.
Öyleyse, bazı hâllerde birden fazla evlilik hükmü kesin
olarak yasaklanırsa; insanlık ya evliliğin her türlü
problemleri karşısında yeğane çıkar yol olarak boşamayı
tercih edecek, veya bu dür.ya hayatı mânâsını kaybetmiş
bir izdivaçla son bulacaktır. Fakat bundan en büyük zararı
evliliğin gayeleriyle birlikte beşer nevi görmüş olacaktır.
Evliliğe bu zaviyeden bakmak; beşerî isteklerden
uzak olarak bir ailede hanıma düşen görevleri de ekleyerek,
erkeği ağır tekliflere zorlamaktan başka bir şey
değildir.
Çoğu müşküller karşısında birden fazla evlilik düsturlarına
baş vurmak, en sağlam bir çözüm yolu olup;
hem hasta bir kadının bin bir tehlikelerle parçalanması
önlenmiş, hem de erkeklerin görev ve meşakkâtları çözümlenmiş
olur. Zaten, bir kadının kocasiyle kendi arasındaki
kurulmuş olan nikâh bağı devam ettiği hâlde, kocasının
başka bir hanım daha aldığı zaman maruz kaldığı
zilletin benzeri sıkıntıları kanunlar önleyemez. Bu hâl
yasama kuralları dışında bir meseledir. Özellikle insan
iradesi ve mutluluğu açısından ele alınması gerekir. Çünkü
birden fazla evliliğe karşı gösterilmesi gereken müsamaha,
aynı katagoride kadınların maslâhatı için önemlidir.
Yoksa yasama kurumunun tanıdığı birden fazla evlenebilme
düsturları, bir takım ağır ve zorunlu ihtimaller
karşısında sadece erkeklerin istekleri için sağlanmış değildir…
Çünkü kadınlar için en ağır zillet, boşanmakla
baş gösterir. Aslında bu, evliliğe kutsallık birimini kazan
dırdığı gibi, aynı zamanda kıvamını da koruyan şeriatın
hukukî sıfatlariyle tıpatıp uyumlu bir meseledir. Çünkü
evliliğin hikmetine bağlı kalarak kadınların zillete düşmesini
önlemek, isyan ve zinâ imkânlarını bertaraf etmek
ve eşler arasındaki bağları pekiştirme amacını güder.
Bazan evli erkeklerin başkası tarafından gözetilmeyen
kadın hısımları bazan kadınların yabancı koca tarafından
bakılmayan yavruları olabilir. Böyle kadınları erkeklerin
nikâh işlemi yapmadan sadaka olarak gözetmelerini
istemek kadın onuruna sığmaz. Özellikle yakın
hısımları memnun etmek, kendi hislerinden başka her
duyguya karşı ve şuurunu bencilikle kör eden hanımı
memnun etmekten, daha önceliklidir. Çünkü her ikisi de
kadın, her ikisi de insandır. Öyleyse mağdur hâlde olan
bir kadının da keder ve işkencelerden korunmak hakkıdır.
Milletler zaman zaman buhrana maruz kalır. Bazan, sadece
büyük savaşların ardından değil, ihtilâller sonucu bile
kadın nüfusu erkeklerden daha yüksek olabilir. Eskiden,
salgın veba veya bazı bulaşıcı hastalıklar sonunda kadınla
erkek nüfusu arasında farkların doğduğu görülürmüş.
Çünkü salgın hastalıklar geniş halk kitlesinin bulunduğu
pazarlar ve meclislerde erkekleri bulur. Böyle yerlere özellikle
erkekler girip çıktığı için hastalık kadınlardan çok erkeklere
sirâyet eder. Nitekim biyolojik bilimlerle uğraşan
çoğu bilginlerin ileri sürdüğü gibi, bazı canlılarda da dişilerin
erkek cinsinden fazla olduğu görülmüştür. İki cins
arasındaki eşitlik nisbetinin dengesizliği görüldüğü müddetçe,
böyle müşkilleri gidermek için birden fazla evliliği
kabul etmekten daha sağlam ve yerinde bir çözüm yolu
bulmak mümkün değildir. Çünkü evlenmeyen bir kadın,
ya sapkın bir yaşantıya düşer, yada geçimini sağlamak
için, kadın fıtratıyla uyuşmayan bazı işlerde çalışır.Her iki hâlet içinde de zilletle karşı karşıyadır. Öyleyse,
kadın ve cemiyeti çeşitli afet ve musibetlere karşı koruma
ödevini sürdüren bu kadar insancıl bir nizama yapılacak
her hangi bir itiraz olamaz. Ciddi düsturlara karşı
gelmek kolay, fakat daha idealini bulmak güçtür. Romantik
prensiplerle kadın haklarının sağlanacağını zannetmek
kolay. Ama böyle düsturlarla kadının itibarını, cemiyetin
inkişâfını ve evlilik kurumunun gayelerine ulaşmak
zordur. Kadınlığın erdemleri denince görünürdeki tavırlarla
aldanan çoktur. Hepsi de, hayalî çözüm yollarını realite
ile karıştırmaktadırlar. Birden fazla evlilik gerçeğine karşı
olan herkes, köle ve cariyelere reva görülmeyecek haksızlıklara
göz yumuyorlar. Anneliğin rûhî değerini unutup,
kadınlığın bir takım erdemlerini anlatmakta güçlük çekiyorlar.
Bazı hanımlar aşağılık ve akametten kurtulmak için,
kendi iradesiyle kocasının ikinci evliliğini hoş karşılayan
kadınların da özgürlüğüne pranga vurulmuş olmaktadır.
Gerçek mânâda beşeri bir düzen kadınların bu husustaki
iradesini köstekleyemez. Kadın kendi tercihiyle baş başa
kalmalıdır. Çünkü evlilik zorlama götürmez, birden fazla
evliliği kabul etmekle hiç bir kadın, zorla evlendirilemez.
Fakat, yasama kurumunu beşeriyetin bir evlilik dışında
kalan ihtimâl ve istisnâî gelişmeleri unutup, birden fazla
evlilik kapılarını örttüğü zaman; kadınlar aşağılık ve akamete
zorlanmakta, irade ve mutluluğa yer kalmamaktadır.
Nerede olursa olsun, kadın haklarından bahsedenler, kadınların
çoğu din ve düzende yasaklanan ilişkileriyle, kanuni
ilişkileri arasında irade sahibi bir insan olduğunu
unutuyorlar. Çünkü, modern hukukçular birden fazla evlenmenin
istisnâî ihtimâllerini unutmakla, sadece erkeğin
değil, aynı zamanda kadınların iradesine de sed çekmişlerdir.
Kaldı ki çoğu erkekler, hanımının rızası olmaksızın
hııden fazla kadınlarla evlenmekte yarar görmez. Bir kadın
evlilik görevlerini yerine getirmekten âciz ise ikinci bir
■ ’vlıliği hoş karşılar. Ve kocasının evlenmesini irade eder.
I .lo birden fazla evliliğin yasaklanmasiyle kısıtlanan irade,
hudur.
İslâm’dan önceki bütün beşerî kanunlar, evlilik mevııunda
susmuşlar, çok evliliğe taallûk eden hiç bir sayı
ihtiva etmeksizin alabildiğine serbesti tanımışlardı. Kadın
ve erkek gibi iki ayrı cins arasındaki kemiyet nisbeti, aile
düzenliği ve maişet faktörlerini sağlama zemini hangi şartlar
altında olursa olsun, İslâm öncesinde insanların oluşturduğu
evlilik düsturları fertlere göre değişen evlilik,
mümkün ve gayri mümkün ortam, ve bir evlilikle birden
(azla evlilik arasındaki farkları göremiyordu. Oysa, bazan
bir evlilik erdeme daha yakın olabildiği gibi, bazan da evliliğin
amaçlarına aykırı olabilir. Hem sosyal, hem de kişisel
veçheden evlilik şekilleri arasındaki farkları değerlendirmek
suretiyle bu eksiklikleri İslâm bertaraf etmiştir.
Cemiyet, modern hukuk ve eşleri zor durumda bırakan
zorunlu şartların veçhesi çizilmekle beraber kadın ve erkek
arasındaki kanunî ilişkilerin en ideal sınırları islâm
düzeniyle aydınlanmıştır. Zira hem birden fazla evliliği hazırlayan
ihtimâllerin çözümü tesbit edilmiş, hem de kadınların
aşağılık ve zillete düşmesi önlenmiştir. Öyleyse, bütün
yasaların böyle ihtimâller karşısında bu ölçüyü kabul
etmeleri gerekir. Çünkü birden fazla evlilik, eşler arasındaki
mevcut evliliğin tatilinden hem daha önemli, hem de
cemiyeti sefahat ve aşağılıktan kurtarmak için yegane çözüm
yoludur.
İslâm’dan önceki beşerî kanunlar sadece barınak ve
meskenden gayri hiç bir şart kabul etmeksizin, birden
fazla evlilik ve sayısız cariye edmmeye engel olmamıştı.
Evliliğin hükümleri ve gayesine bakış noktasında birbirinden
ayrılan Musevilik ve hıristiyanlık, hem İslâm’dan önce
gelmiş, hem de dinî düsturlardı ve İsrail şeriatı, bir erkeğin
imkân ve isteğine göre birden fazla evlenebilmesini prensip
olarak kabul ediyordu. Tevrat’ın bazı tarihî haberlerinden
anlaşıldığına göre Davud ve Süleyman (A.S.) herikisi
de hem peygamber, hem de hükümdar olduğu hâlde yüzlerce
meşru hanım ve cariye bulundurmuşlar; fakat hiç
birisi kınanmamıştır. Ancak, Davud savaşta ölen kumandanı
Uryan’ın hanımını aldığı için bazı hırçınlaşmalarla
karşılaşmıştır. Yoksa bunun dışında başka türlü tepkilere
maruz kalmamıştır. Süleyman’a gelince; hem hükümdar
hem de peygamber olduğu için dinî kuralları hanımlarından
birinin sözlerine bağlı kalarak, yürüttüğü ileri sürülmüş
ve reaksiyon görmüştür. Tevrat’ın ikinci Samuel bölümünün
on ikinci babında Nebi Natan özellikle Davud
için, şöyle diyordu : «İsrail’in tanrısı olan Rab diyor ki, Ben
Seni İsrailliler için kral olarak meshettim. Ve seni Saulun
elinden kurtardım. Efendinin evini ve karılarını sana ayırdım
ve İsraille Yahuda evini de sana verdim. Eğer bu az
gelse idi, sana daha neler verirdim. Hittî Uria’yı kılıçla vurup
karısını kendine hanım olarak niçin aldın?»
Birinci krallar bölümünün on birinci babında ise, Süleyman
hakkında şöyle denir. «Kral Süleyman Firavnın
kızı ile beraber, Moabîler, Ammanîler, Edomîler, Saydalılar
ve Hittîlerden bir çok ecnebi kadınlar sevdi. Süleyman,
onlara sevgi ile bağlandı. Onun yediyüz karısı kral kızı
olup üç yüz tane de cariyesi vardı. Fakat onun yüreğini
karıları saptırdı.»
Antik İbranilere göre Evlilik Kanunları; (Ancient
Hebrevv Marriage Laws) adlı eserin sahibi Neufeld, tara
tından şöyle anlatılır: «Tevrat ve Talmut, İsrail oğullarında
birden fazla evlilik sistemini kabul eder. Bir kısım yahudi
bilginleri, kendi toplumlarına oldukça az evlenmeyi
öğütlemişlerdir. Fakat prensip olarak, Tevrat hükümlerine
göre birden fazla evlilik vardır. İsrail oğullariyle komşu
olan Babillilerdeki evlilik kurumu da. böyledir.»
Nitekim bir çok tarihçiler de, Neufeld gibi, İbraniler
arasındaki İçtimaî nizamlar hakkında bu görüşü mulühaza
etmişlerdir. Bununla beraber, Neufeld’e göre birden fazla
evlilik kurumu hiç bir ayrım yapılmaksızın; köle, esir ve
cariye sıfatiyle nikâh akdine taâllûk etmiyen evliliği de ihtiva
eder. Bilhassa Tevrat’ta, cariye kadınlar için kullanılan
değişik tabirlerden, bir erkeğin dilediği kadar cariye
edinmesinin mümkün olduğu anlaşılmaktadır. Buna göre
erkekler, hem savaş yoluyla hem de pazarlarda satılan
cariyelerden para karşılığında satın alabiliyorlardı. İbrani
kitaplarında anlatılan bu kadın işlerinden, aynı zamanda
bu kadınların kanunî sıfat ve sosyal mertebelerinin farklı
oldukları tesbit edilebilir. Çünkü bazı kadınların ismi, bir
yerde cariye başka bir sahada hizmetçi olarak geçiyor.
Bu ise, esirlerin dışında hususî hizmetçi bulunduran kurallara
veya esir ve cariyelerin bulunmadığı yerlerde gelenek
olarak, kadınların ev işlerini yaptırdığı hizmetçi statüsünü
andırmaktadır. Doğrusu, köle kadınların yaptığı işler
ne olursa olsun, bunlar tabiatiyle hem cismen hem de
zekâ ve güzellik sıfatı bakımından müsavi değildirler. Bazıları
miras haklarından yararlandığı gibi, yavru yapmak
için nesli kesik bir ev hanımının kendi isteği ile yerine geçebilir.
Bazı cariyeler evin yöneticiliği ve alıp satılabilen
hizmetçiler sıfatı arasında yavruların anneliği görevini ifa
ediyordu.
Erkekle, evinde bulunan kadınlar arasındaki tüm ilişkiler
oldukça serbest olup, Kanunî belgeler dışında evliliğin
diğer hükümleri önem taşımıyordu. Bu hâle göre evlilikle
ticarî alış veriş arasında anlaşma bakımından hiç bir
ayrım yoktu.
Çok uzak değil, İslâm her toplumun kanunlarındaki
kadın hukuku bu statü içinde kalmıştır. Daha ileri geçememiştir.