Kadın Hakları

By | 22 Kasım 2022

Kur’an-ı Kerim’de hakları eşitlik gerçeği için en büyük
adalet sistemidir. Beşer cinsinin ayrı ayrı tüm hukuku
da bu sistemle kâimdir ki, ana umdesi haklarla görevler
arası eşitliktir.
Erkek ve kadın, dünyamızda çalışma, güç ve görev
bakımından farklı olmasına rağmen haklarda mutlak olarak
eşit olduklarını ileri sürmek mümkün değildir. Bu eşitlik
değil, toplumda aşağı zümreler için olduğu gibi, aynı
zamanda aristokrasi içinde zulümden başka bir şey değildir.
Çühkü aşağı sınıftaki insanların, kendilerinden her
yönden yüksek olanların haklarına konması sadece kendileri
için değil aynı zamanda insanlık için tehlikelidir.
Bilhassa bir insanın kendi kudreti dışında kalan, haklara
sahip olması cemiyeti zulme sürükler. Kendi emeğiyle hak
sahibi olan kimselerin mahrumiyeti ise, daha da acıdır.
Çünkü böylelikle, kendi kudretini kaybetmiş oiduğu gibi,
hem kendisine hem de başka insanlara zarar verilmiş
olur. Çünkü kudretin semeresi kaybedilir. Görevlerin fazla,
değerleri az olması karşısında güçlü insanlar acze sürüklenir.
Böylece, kuvvetli insanlar görevlerinin fazlalığına
rağmen haklarının azlığını görerek, cehdini yitirmiş olabilirler.
Modern hukukçular fırsat eşitliğini ileri sürmek
suretiyle mutlak müsâvâtın kusurlarını örtmeye çalışıyorlar.
Gerçekte, fırsat eşitliği sosyal âdâletin ölçülerinden
beklenen bir ıslahattır. Şartlar ve fertlerin hâl değişikliğine
göre fırsat dengelemeleri ve bu dengedeki değişiklik
ihtimâli ile birlikte bu iş, şarttır. Fakat, her iki cin

Kur’an-ı Kerim’de hakları eşitlik gerçeği için en büyük
adalet sistemidir. Beşer cinsinin ayrı ayrı tüm hukuku
da bu sistemle kâimdir ki, ana umdesi haklarla görevler
arası eşitliktir.
Erkek ve kadın, dünyamızda çalışma, güç ve görev
bakımından farklı olmasına rağmen haklarda mutlak olarak
eşit olduklarını ileri sürmek mümkün değildir. Bu eşitlik
değil, toplumda aşağı zümreler için olduğu gibi, aynı
zamanda aristokrasi içinde zulümden başka bir şey değildir.
Çühkü aşağı sınıftaki insanların, kendilerinden her
yönden yüksek olanların haklarına konması sadece kendileri
için değil aynı zamanda insanlık için tehlikelidir.
Bilhassa bir insanın kendi kudreti dışında kalan, haklara
sahip olması cemiyeti zulme sürükler. Kendi emeğiyle hak
sahibi olan kimselerin mahrumiyeti ise, daha da acıdır.
Çünkü böylelikle, kendi kudretini kaybetmiş oiduğu gibi,
hem kendisine hem de başka insanlara zarar verilmiş
olur. Çünkü kudretin semeresi kaybedilir. Görevlerin fazla,
değerleri az olması karşısında güçlü insanlar acze sürüklenir.
Böylece, kuvvetli insanlar görevlerinin fazlalığına
rağmen haklarının azlığını görerek, cehdini yitirmiş olabilirler.
Modern hukukçular fırsat eşitliğini ileri sürmek
suretiyle mutlak müsâvâtın kusurlarını örtmeye çalışıyorlar.
Gerçekte, fırsat eşitliği sosyal âdâletin ölçülerinden
beklenen bir ıslahattır. Şartlar ve fertlerin hâl değişikliğine
göre fırsat dengelemeleri ve bu dengedeki değişiklik
ihtimâli ile birlikte bu iş, şarttır. Fakat, her iki cin

Sosyal bir çevredeki canlı varlığın istekleri açısından
kadınların gayeleri arasındaki çelişkilerle dişi fıtratının
Karşı olduğu açıkça görülmektedir. Kuvvet ve üstünlüğünü
alıştığı zaman, bağlandığı erkekle yaşama bakımından
hüyük mutluluklar duyan kadın şuuruyla, kişisel haklanın
sınırlamak isteyen her ferde karşı bağımsızlığını sağ-
Inyan bir erkek şuuru arasında çelişkiler inkâr edilmez.
Doğum anında annelik ödevini yerine geriten bir kadının
:;cvinciyle, hayatına karşı büyük tehlike içinde olan bu
canlı varlığın korkusu arasındaki tenakuz büyük önem
taşır.
Zaman zaman taşan bu tenakuzların, yaratılışın bağımsızlığındaki
kesin çizgiler dışında ciddiyet ve sadakat
şuuru olmaksızın sadece bedenin derinliklerinde olduğu
kabul edilemez.
İnsanlığın tabiatında gizlenen farkları düşündüğümüz
zaman, rasyonal bir hüccet olmaksızın bu farkların
kudret ve görev bakımından erkekle kadın arasında eşitleme
yapmayı engellemeyeceğini tahayyül edecek olursak,
bu durumda erkekle kadın arasında kendilerine göre
işlerinin intizama girdiği zaman meselesi olmaktadır.
Erkeklere ayrılan zamanı kadın için yeterli görmemiz sakat
bir düşüncedir. Hamilelik devresi yavrularını emzirmesi
ve yetiştirmesi aile hayatının yüklediği bir takım ev
işleri karşısında insanlığı içine alan gayeler bakımından
erkeklerin çalışma sürelerini kadınlar için yeterli bulamayız.
Bir yuvada aile nizamı erkek ya da hanımdan birinin
başkanlığını gerektirir. Bu başkanlığa ve tekliflerine
yabancı kalmak mümkün değildir. Evliliği eşit haklara
sahip, iki ortak arasındaki bir şirket olarak değerlen

dirmek de, başkanlık sisteminin gerekmediğini göstermez.
Bu ortakların şirketteki eşit hak ve hisseleri, aile
riyasetine karşı olan ihtiyaçlarımızı yerine getirmez. Çünkü
toplum içindeki bütün şirketler uzman kimselere karşı
mutlaka ihtiyaç duymakta, iyi bir yönetim istemektedir.
Fakat bu başkanlığı kadın her zaman başarıyla yürütemez.
Çünkü bazı şartlar altında tabiatiyle aciz kalır.
Kadınla erkek arasındaki bu farklar, hak ve görevlerinin
takriri sırasında hiç bir çıkmaza meydan vermeksizin
kanunların ölçüsüne direkt olarak girmektedir.
Amelle kudret, görevle haklar arasındaki adil eşitlik ilkesine
uymayan her türlü eşitliği başta bu farklar reddeder.
Bu ayırım kadınla erkek, hanımia kocası veya genel
olarak bütün dişi ve erkek varlıklar arasında görülen
farklardır. İşte bu ayrımlar gözden ırak tutulmaksızın,
cinsler arasında tesis ettirilen eşitlik, Kur’an-ı Kerîm’in
kabul ettiği adaletin kendisidir. Bu dengedeki adaletin
esasını kaybeden toplumlar için kurtuluş yoktur. Bilhassa
fırsat eşitliğine inanan ve onu vicdanın kıvamı olarak
gören cemiyetler buna mutlaka riayet etmek mecburiyetindedir.
Erkek için olumlu olan her şey aynı zamanda kadının
da hakkıdır. Erkek için menfi olan şeyler, aynı zaman
da kadın için de, menfidir.
Dünyada erkek ve kadın etkin bir kuvvet olup, her
ikisinin de çalışması istenir. Her ikisi de çalışmasının
karşılığını alır. Bu konuda Yüce Allah İçinizden gerek
erkek gerek kadın — ki kiminiz kiminizden olmadır
— hayırlı bir iş yapanın amelini ben elbette boşa

«Erkeklerinizden iki de şahit tutun. Eğer, iki erkek
bulunmazsa; doğruluğundan emin olacağınız şahitlerden
bir erkekle, iki kadın yeter. Bu şuretle kadınlardan
biri unutursa öbürünün hatırlaması kolay olur.» (4)
Nitekim, Kur’an’ın naslarından da anlaşıldığı gibi,
şehadet meselesi çoğu hâllerde şahid olan kimselerin
kin ve gazaplarına galibiyet sağladıkları ve kendi hevalarına
karşı koymayı öğreten bir işlemdir.
«Ey iman edenler! hükmünüz veya şahitliğiniz ister
kendinizin veya ana ve babalarınızın, yakın hısımlarınızın
aleyhinde olsa bile, adaleti titizlikle ayakta tutan hâkimlerve
Allah için şahitlik eden kimseler olunuz. İster ki onlar
zengin ya da fakir olsalar da. Çünkü Allah ikisine de sizden
daha yakındır. Artık siz hakdan dönerek keyfinize
uymayınız. Eğer dilinizi eğip – büker büsbütün ondan yüz
çevirirseniz, şüphe yok ki, Allah ne yaparsanız hakkıyla
haberdardır.» (5)
Ey iman edenler! Allah için adaleti dimdik ayakta
tutan şahitler olunuz. Bir kısım insanlara karşı olan kininiz
sizi adaletli olmaktan alıkoymasın. Adil olunuz, o takvaya
daha yakındır. Allah’tan korkunuz, şüphe yok ki Allah
yapacağınız şeylerden tamamen haberdardır.» (6)
İslâm’da şehâdet kaziyesi hak ve maslahatın korunması
demektir, ki bir takım şartları vardır. Bu şartlar içinde
bazı prensipler ve sağlam esasların korunmasını sağlayan
teklifler yer alır. Özellikle, şeriatın insanlığa yaraşır
hükümler seçtiği gibi buradaki prensiplerin başında
da şüphelerin bertaraf edilmesi gelir. İnsanların bazı kimseeri sevmeleri karşısında şahitlerin kendi nefislerine
“yummaları lâzımdır. Yakın hısımlarla yabancı kimseler
hiç bir suretle bir tefrika gözetmemeleri gerekir, kendi benliğindeki vesveselere karşı uyanık olup
olduğu kimselerin aleyhine sevdikleri ya da, yakın
lehine olma çabasına düşmemeleri lâzımdır,
•”i özellikler, şahitler için önemli olduğu kadar da yargı
için önemlidir. Yoksa, sempati duyduklarını ve
himaye edip, tanımadıkları yabancılara veya
oldukları kimselere karşı adaletli olmayan hâkim
eşitlikten uzaktır. Erkek ve kadın gibi iki ayrı cinsin,
onlara karşı sevgi, nefret, duygusallık ve baskın gelen bakımından aynı sıfatlara sahip olduğuna hükmedilmez.
Bir hâkimin insan huhukuna şiddetle riayet etmesi hususların başında; kadının atıfetlerine erkek-
sahip olduğu kadar da, kürsiye hakkı korumak için,
u idrak etmesi, haksızlığa mâni olması ve, elverdiği
oranda dikkatli olması gelir. Çünkü bu gibi işler
kendi meselesi olmadığı gibi, aynı zamanda centilmencik
ve gazino nezaketine benzetmek de mümkün değildir.
Oysa tarihte centilmenlik bir bakıma cemiyet meselesi
olarak telâkki edilmekle beraber, hukuk açısından nice
âciz kimselerin tüyler ürpertecek kadar haklarının zâyi
olmasına yol açmıştır.
Adâlet ve maslahatın temeli olan bu sağlam prensiplerin
yerleşmesine mahsus yegâne metotlar ancak,
Kur’an hükümleriyle mümkündür. Çünkü şeriat suçsuz
ihsanların cezalandırılmasını, haksızlığa uğramış kimselere
karşı insafsız olmayı ve erkeklerden şahit sayısının
arttırılmasını emreder. Sanığın maslahatı çiğnenemeyeceği için, ileri sürülen iddiayı şüpheliden bertaraf olup,
hak yerini buluncaya kadar bir veya iki şahitle iktifa edl
lemez.
Bazan, şehadeti bin kadar erkeğin şehâdetiyle ka
im olan kadın bulunabileceği gibi, şehâdeti asla kabul
edilmeyecek binlerce erkek de olabilir. Fakat bu sebeplo
kadın ve erkek karakteri şefkât ve duygusallık yönünden
birbirine eşittir, diyen kanun adamları nın ortaya koydukları
kanunların ifsat ettiği vicdan ve gerçeklerin mu
ğalatasını kabul etmeleri gerekir.
Kadın haklarına iilşkin bu sözlerle maksadımız, ce -|
miyette kadın için muteber işleri tafsil etmek değildir.
Çünkü bu işlemler gördüğümüz gibi sayıya gelmeyen
bunca işlere göre de değişmekle beraber her cemiyette
de birbirinin aynısı değildir.
Özellikle zamanla ve yeni ortamın tezahür etmesiy-1
le değişip durur. Bu sözleriyle kadın ve erkek hukuku a ra -1
sında bir takım farklar bulunduğu için bu ihtilâfın h ikm e -l
tini açıklamak istiyoruz. Çünkü; kadınlar için mübah olan |
ameller, hiç bir meziyet farkı olmaksızın erkekler içirı de
mübahtır. Fakat bu ameller arasından mahdut olanlar, 1
fıtratın dengesiyle yürütülmesi önemli olduğu için sınır- J
lıdır. Yoksa aile veya cemiyete mahsus zorunlu üstünlük-1
lerle bu denge bozulmaz. Çünkü bu üstünlük her iki cins- fl
ten biri için zarurîdir. Her ikisinin de, aynı doğrultuda 1
eşit olmasını düşünmek ne yaratılışa ne de akla sığar. I
İnsanlığın ideal huhuku ancak istikbâlde yaklaşabi- 1
leceğimiz emellerdir. Tüm görüntüsüyle ne tarihî, ne de 1
uygar cemiyetlerde açıklanması kolay kolay mümkün değildir.
Kültür, sanat, irfan, teknoloji ahlâk veya tüm uytındık cihetinden ne ise odur. Çünkü tam ideal cemiyet
ınmantik bir surettir. Yenilik yapmak isteyenler böyle bir
t mıiyete yol ararlar. Ama, ne bu yolun sağlanmasındaki
(ilaçlarda, ne de gayede birleşebilir.
Hiç bir tereddüt duymaksızın düşünebiliriz ki; Kadın
yaşantısının, hem yavruları hem de kendi ihtiyaçları zaviyesinden
zor duruma düşebileceği bir cemiyet asla ideni
bir cemiyet değildir.
Kadının annelik ödevinin atalete uğradığı, arzu ve
istekleriyle başbaşa kaldığı bir cemiyet istikrar bulamaz.
Baba, aile ve annelik müessesesi olmaksızın, cemiyetin
ortaya çıkardığı nesiller, devletin halktan topladığı
toprak mahsullerinden farkı nedir? İnsan gerçekliği
karşısında sadece maddî bir beşer kitlesidir. Kadının hem
kendisi hem de nevine dair faydalı vasıflarını en ideal bir
cemiyet için mikyas telâkki edecek olursak o zaman böyle
bir cemiyetteki önemli şartların en sağlamı şu nokta
o lu r: Kadın, cemiyette annelik görevleriyle mükelleftir.
Her zaman istikbâlden getirdiği nesliyle, toplumun bünyesi,
fikrî ve vicdanî duygusu kendisi için, en önemli sosyal
bir mertebedir. Çünkü anneler insanlığın hem maddî
yapısı hem de düşüncenin selâmeti açısından gelecek
nesli kurtaracak yeğâne elemanlardır.
İdeal bir cemiyette kadınla erkek arasındaki ilişkiler,
mahut bir huhukî taksimin mecrasındadır. Bu kıstasa göre,
her cins gücünün yettiği veya kendine göre en başarılı
olduğu işlerle mükelleftirler… Fakat muhtaç olduğu
haklara sahip olur. Kendi yaratılışına mütenasip olmayan
görevlerle mükellef tutulmaz. Zor durumda kalmadıkça,
yaratılışıyla dengeli olmayan işlerle iştigal edemez.
Kur’an ilkelerinde ikâme edilen kadın statüsü, en huhukî sûretiyie bu fıtrat amaçlarının gerçekleşmesi için
arayıp da bulamadığı haklarını sağlayabileceği beşer nizamıdır.
Şunu hemen itiraf edelim ki; bugün en uygar
milletlerde bile, kadınlar cemiyetin politik ve ekonomik
bozukluklarından ötürü erkeklerin sahalarına girdiği için
Kur’an çığırında belirlenen hukuk ve iş bölümüne ait hükümlere
dönmedikçe; ne erkekler ne de kadınlar istikrar
bulabilir. Sadece, kadının hem ailede hem sosyal alanaa
gerçek statüsünün neresi olduğu belirlenemez. Yavruları
ve kendi maişetinin peşinde sürünür. Annelik görevleri,
ailedeki yönetimi ve evlilik yaşantısı karşısında
acze düşer. Beşer tarihinde bunun adı bozuk düzendir.
Artık, uğraşsın insanlık reform için… Nice gayretler düşünceler
hep onun peşinde… Fakat ne çare.. İdealin yaşaması,
devamlılığı, kanunların gücü ve yetersizliği yok
artık. Küçücük yavruları, bin-bir sıkıntı altında genç hanımlar,
ihtiyaç ve maişetlerini sağlamak için kapı kapı
dolaştıran bozuk düzeni düzenliğe kavuşturmak için, didinsin
insanlık. Bu haksızlıklar bazen anî bazen geç beliren
tehlikeler gözükdükçe mücadeleler sürer- gider.
Beşer cemiyeti kadınlariyle-erkekleri arasındaki iş ve
hukuk dağılımına taalluk eden istikrarı buluncaya kadar,
yıllar, hatta çağlar geçer. Bugün olduğu gibi yarın da,
kadın maişet ve ihtiyaçlarını sağlamak için, fakr-u zaruret
içinde iş sahası arar.
Fakat şunu hemen belirtelim ki bugün batılı kadın
kadınlık özelliğine yaraşır, değerli bir işte çalışıyorsa, İslâm
açısından Şarklı kadınların işçilerin çokluğu, veya
Doğu ülkelerinde az oluşu İslâm hükümlerinin yasaklaması
ya da serbestisiyle hiç bir alâkası yoktur. Bu halet,
sadece iki toplumun kendi bakış açılarında beliren farklor ve gelişmelere ilişkin bir konudur. Bunun en açık mi-
• ali dünkü ve bugünkü Batı cemiyetleri arasındaki realilolerle
tesbit edilebilir. Sosyal ve ekonomik çoğu faktörlerin
tezahür etmesinden öıice, Batılı kadınlar arasında
çalışan kesim oldukça azdı. İşte, bu gibi sebeplerin sonucu
olarak, bugün Müslüman kadınlar arasındaki işçi sayısının
az olması da buna bağlanıyor. Oysaki, belirsiz bir
sessizlikle, Müslüman kadın içinde bulunduğu şartlara
göre Batılı kadın çığırında yürüyor.
Kısaca aile yönetiminden mahrum olan Müslüman
bir hanımın uygar milletlerdeki kadınların çalıştığı değerli
işlere (Kadın tabiatına uyan işlere) katılmak hakkıdır.
Onların sağladığı kazancı Müslüman kadınlar da sağlayabilir.