Zikrin Faydaları

By | 13 Ocak 2014

dualarZikir, Allah’ı anmak kişiye şifadır. Zikrin faydaları hem maddi hemde manevi olarak saymakla bitmez. Zikir birkaç farklı şekilde yapılır;

Dilin zikri: Bu zikir sayesinde kalp gafletten arındırılır. Cenabı Hakk’ı devamlı hatırlamakta olan kalp gaflette bulunmaz. Yani dilin zikri, Allah’tan gafil olmayı gidermek içindir.

Nefsin zikri: Harf ve savt ile işitilmez. Ancak deruni his ile anlaşılır.

Kalbin zikri: Celal ve Cemal-i İlahi’nin vicdanen mülahazasını hissetmektedir.

Ruhun zikri: Cenabı Hakk’ın isimlerinin nurlarının müşahedesini duymak içindir.

Sırrın zikri: Murakabe ile elde edilir. İlahi sırlar insana açılır.

Zikr-i Hafi: Makamı sıddıkiyyette Zat-ı Ehadiyyetin cemalinin nurlarını müşahede etmek içindir.

Zikr-i hafıyyü hafi: En son makamda olanların zikridir. Bu zikre ancak Cenabı Hakk muttali olur. Bu makama ulaşan ruh, ruhların en latifi olur. Allah ile insan arasındaki irtibat ve münasebeti temin edecek en güçlü vasıta zikirdir. Hazreti Peygamber Aleyhisselam, Mekke’den Medine’ye hicretleri esnasında saklandıkları mağarada, yol arkadaşı Hazreti Ebu Bekir’in kulağına kalp ile yapılan zikri üç defa telkin etmiştir. Zikrin üç defa telkin olunması cem, hazretül cem, cem-ü cem yani beka makamına işarettir. Hazreti Peygamber Aleyhisselam Hazreti Ömer, Hazreti Osman ve Hazreti Ali’ye de (r.anhüm) çeşitli şekillerde zikir telkin etmiştir.İnsanı Allah’a ulaştıran en büyük zikir, Kelime-i tevhiddir. Tarikat erbabı, saliklerine Kelime-i Tevhid’i telkin etmişlerdir. Bu zikri, iç temizliği için en büyük rükün olarak kabul etmişlerdir. Ağyarın giderilip, ahyarın zuhur etmesi, bu mübarek zikir sayesinde gerçekleşir. Bu mübarek kelime macun ve şerbet gibidir. Hasta olanın içini temizlemek için evvela müshil verilir. Hastalığın seyrine göre müshilden sonra ilaç verilir. Manevi ve ruhi hastalıklardan kurtulmak için, kalbin ve nefsin bozuk düşünceler den arındırılması lazımdır. Bu hastalığın şerbeti devamlı zikirdir. Devamlı zikir, sahibinin içini ve dışını manevi kirlerden temizler. Beşeri karanlıkların aydınlığa dönmesine vesile olur. Allah lafzı (99) esmanın en büyüğüdür. “Yâ Allah” diye Cenabı Hakk’ı zikreden Cenabı Hakk’ı bütün esma ve fiilleri ile yad etmiş olur. “Yâ Rahman” diye zikreden Cenabı Hakk’ı yalnız rahmet sıfatı ile zikretmiş olur. Diğer esmalar da böyledir. Cenabı Hakk’ı cehren ve kalben zikretmek caizdir. Bu hususta Kur’an-ı Kerim’de ayetler mevcuttur. Tarikata intisabtan maksat Allah’a vasıl olmaktır. Kötü ahlaklardan arınmak, kendi vücudundan arınıp vücudun Hakk’a hareket etmesidir. Yani ervah aleminden beri geçtiği mertebeleri tamamlamaktır. Bu yolda yolculuğun mertebeleri vardır:

1- Seyr ilallâh: Nefsin menzilinden kurtulup, Vücud-u Hakiki tarafına, ufk-u mübine sefer etmektir. Bu makamda Hakk’ın Cemalinden kesret (çokluk) hicapları kalkar. Bu hali, Makam-ı Kalb, Esmaullah ile mütehakkık ve Ahlakullah ile ahlaklanan kimseler elde eder.

2- Seyrfillâh: Bu makama ulaşan kul, sıfatullah ile sıfatlanır. O’nun ahlakı ile ahlaklanır. Ve esmasının gereklerini yerine getirir, Ufk-u Ala’ya erişir. Beşeri bütün sıfatlardan arınır. İşte bu yolculuğun sonunda ilmin perdesi kalkar, ledünni ilim sahibi olur.

3- Seyr meallâh: Bu makamda kul her mertebede Hakk iledir. Bu makamda ikilik şaibesi ortadan kalkar. Kul böylece, Hazreti Ehadiyyet mertebesine ulaşmış olur. Bu makama “Makam-ı kâbe kavseyni ev ednâ” denir. Kul burada velilik hüllesini giyer. Bu seferin nihayetinde Aynül cem’de bütün zıtlar ortadan kalkar.

4- Seyr anillâh: Yani birlikten çokluk tarafına olan yolculuktur. Bundan maksat Hakk’tan halka dönerek onları terbiye ve irşad etmektir. Bu makama “beka ba’del fena ve sahiv ba’del mahv ve fark ba’del cem” denir. Bu mertebeye ulaşan kul, vahdette kesreti (azlıkta çokluğu) kesrette vahdeti (çoklukta azlığı) görür. Kul bu mertebede İlm-i Ala’dan İlm-i Esfel’e iner. Meratib-i Vücub-u Vücuttan, İlm-i Esma ve Sıfat’a ve oradan ilm-i mümkünat’a döner.

5- Seyr fil eşya: Kulun eşya üzerindeki ilmi ilk manevi yolculuğunda kalbinden muzmahil olmuştu (silinmişti). İşte bu makamda kul, yok olan ilmini yeniden elde eder. Bu hale “Telvîn ba’det temkin” denir. Bu, makamların en yücesidir. Çünkü bu makamda bulunan bir kul, davet ve irşad makamını kazanmıştır. Bu peygamberlere mahsus bir makamdır.Buraya kadar verilen malumattan, kısaca şunu anlamalıyız: Allah’a vasıl olmak için O’ndan başkaher şeyi kalbden çıkarmalı, yalnız O’na teveccüh etmelidir. Cenabı Hakk insanın ruhunu lâhût âleminde yaratıp en güzel bir şekil verdikten sonra, onu alemi ceberuta (Hakk’a ait bir makam), oradan alem-i melekuta (meleklere mahsus makam), oradan alem-i şehadete göndermiş, ruha her aleme mahsus bir libas giydirmiştir. Bu alemde ruha eğer kisve-i unsuriye (maddi vücut) giydirilmeseydi, nurundan bu alem mahvolurdu. Nefsi terbiye etmek için istiğfar, salat ü selam ve Kelime-i Tevhid’e devam etmek gerekir. Kul bu müddet içinde nefs-i emmare makamında bulunur. İşlediği günahların farkında olmayarak kendisine yüksek bir paye verir. Bu merhalede makamı, nefs-i emmâredir. Durumu korku ve reca olmalıdır. Şehadet alemindedir. Bu merhalede kulun, nefs-i emmaresi ile mücahede ve ona muhalif hareket etmesi lazımdır. Şeref kazanmak, zengin olmak davasından dünyaya meyi ve muhabbetten vazgeçilmelidir. Bu mücadele kolay bir şey değildir. Aksine pek zordur. Çünkü dünya pek sevimlidir. Bunun için savaş meydanından dönen Efendimiz Aleyhisselam: Küçük cihaddan büyük cihada döndük.” buyurmuşlardır. Bu mücahede neticesinde kulun ahlakı güzelleşir. Metanet kesbeder. Böylece nefs-i emmareden nefs-i levvame sıfatını iktisab eder. Yani bu makamda günah işleyen kul, işlediği günahtan dolayı utanmaya başlar. Pişman olur, vicdanı azap çeker, nefsini eleştirir ve ağlar. Bu esnada dökülen gözyaşları kaynar su gibi sıcak, hem de gayet acı olur. Bu makamda olan kul Lafza-i Celal olan “Allah” zikrine devam eder. Zikir esnasında yaptığı zikir ve fikirden lezzet almaya başlar. Makamı, Berzah alemi olan bu kulun yaptığı devamlı zikir sayesinde ahlakı daha da güzelleşir. Nefs-i levvameden, nefs-i mülhemeye geçer. İşte bu makamda kul, “ahlakım düzeldi, dünyaya muhabbetim kalmadı” gibi kendini beğenme ve riyakarlığa delalet edecek şeylerden kesinlikle kaçınmalıdır. Bu makamda bulunan “Hû” esması ile Cenabı Hakk’ı zikre devam etmelidir. Bu makamda bulunan kul yaptığı zikirden tam olarak lezzet almaya başlar ve aşk ateşi ile yanıp tutuşur. Dünya muhabbetinden vazgeçtiği gibi mükafat-ı uhreviyye emelini de bir yana bırakıp, yalnız ve yalnız Allah’ın muhabbetini ister. Zikrin harareti beden iklimine tesir eder, bütün azalarından zikir sadası duymaya başlar. Hatta bütün varlıkların teşbih ve tehlillerini, hatta okyanustaki balıkların “Allah, Allah” diye yaptıkları zikri duyar. Bu makamda bulunan; çok yemekten, çok uyumaktan ve çok konuşmaktan, toplulukların içine girmekten sakınıp uzleti ihtiyar etmelidir. Zikre, namaza, oruca daha ziyade ihtimam göstermelidir. Böyle yapılır ve niyette halis olursa kula tecelli-i esma ve tecelli-i sıfat zuhur eder. Bu ana kadar ilmel yakin mertebesinde bulunan kul, artık aynel yakin mertebesine ulaşır. “Şu sebepten şu iş böyle oldu, falan sebepten olmadı, buna şu sebep oldu, falan mani oldu.” gibi tereddüt ve endişelerden kalbi tamamen arınır. Her işin failinin Allah Teala olduğuna kalbi mutmain olur. Bu halde olan bir kulda Tevhid-i Efal’in kemal bulunduğuna delalet eder. Bu makamı elde eden kulun nefsi, nefs-i mülhimeden nefs-i mutmainne sıfatına iktisab eder. Dünya ve içindekilere karşı kalbinde hiç bir istek kalmaz. Kainatta Hakk’ın ef alinin tecellisinden başka bir şey görmez. Bu makamdaki bir kul, çok cömert olur. Dost yoluna bütün malını ve mülkünü vermeye razı olur. Değil malını, “O’nun yoluna canını ver” deseler, hemen boynunu uzatır. Kalbi yufkalaşır. Allah aşkı onda her gün biraz daha artar. Bütün eşyada Allah’ın tecellisi görülür. Bu makamda bulunan kulun nazarında eşya perdesi henüz kalkmamıştır. Dost izini gözleyip ah ü enin ile ağlar, adeta gözyaşları su gibi çağlar. Mutmainne’de kul, “Hakk, Hakk” diye zikre devam etmelidir. Bu mertebede bulunanın makamı Ceberut alemidir.Beşinci makamın hususiyetlerini ikmal eden kul oradan nefs-i radıyye makamına yükseltilir. Bu makamda beşeri sıfatlar mahvolur, beka alemine istidat kesbeder. Bu makamda bulunanda varidat olmaz. Çünkü beşeri sıfatları zail olmuştur. Bu öyle bir haldir ki ancak zevk ile hissedilir. Bu makamda bulunan kimse her halükarda: “Lâ mevcûde ve lâ maksûde ve lâ mahbûbe illallah.” zikrine devam edip durur. Bunun yanında hep uhrevi alemi arzular. Gözyaşları sular gibi çağlayıp akar. Bu kul, Hakk katında mükerremdir. Azizdir, büyük-küçük yanında muhteremdir. Halk istese de istemese de ona hürmet göstermek mecburiyetindedir. Bu makamın zirvesine doğru ulaşan Tecelli-i Efal’i geçip, Tecelli-i Esma’ya gelir. Altıncı makama ulaşır. Altıncı makama kadar yükselebilmek için gereken mücahede ve zikrin yapılması lazımdır. Yedinci makama ulaşmak için ancak Hak canibinden bir cezbe lazımdır. Bu makama “Cem’ul cem” denir. Yedinci makamı elde eden insan kemale ermiştir. O makamda bulunduğu müddet zarfında Cenabı Hakk’ın “Kahhâr” ismi şerifi ile “Yâ Kahhâr” diye devamlı zikretmelidir. Bu zikir kutuplara ait bir zikirdir. Bu makam bütün makamların zirvesidir. Zira kişinin manevi saltanatı burada sona ererek mücahedesi tamamlanmıştır. Artık riyazete bir ihtiyacı yoktur. Onun bütün derdi Cenabı Hakk’ın rızasıdır. Böyle bir zatı görenin kalbine hemen Cenabı Hakk’ın zikri ve fikri gelir. Çünkü o insan-ı kamil makamını ihraz etmiştir. însan-ı kamil bütün mertebeleri nefsinde bir araya getirmiş olup İsm-i A’zam makamındadır. Cenabı Hakk’ın bütün isimlerinin İsm-i A’zam’a toplanmış olduğu gibi insan-ı kamilde de; alem-i mülk, alem-i melekut,alem-i ceberut, alem-i lahut’un cümlesi toplanmıştır. Hazreti Ali (k.v.) Efendimiz’in: “Sen kendini küçük bir şey mi sanırsın? En büyük alem sende gizlidir.” sözü buna işaret etmektedir. O sekiz bin alem bir havan içinde dövülüp macun yapıldıktan sonra bir nesne meydana getirilse idi “insan-ı kamil” olurdu. İnsan-ı kamil on sekiz bin alemi on sekiz bin gözle seyreder. Her aleme mahsus bir gözü vardır. Madde alemini baş gözü ile, ma’kulatı akıl gözü ile, manayı kalp gözü ile seyreder. Bu misaller çoğaltılabilir.